Medya organları ise baskılar, rüşvet teklifleri, ağır vergiler ve tutuklamalar yoluyla ya susturuldu ya da iktidara bağlandı. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi gazeteciler hapsedildi, Can Dündar ve Akın Atalay gibi isimler ise ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylece Türkiye’de neredeyse tek sesli bir medya ortamı oluştu.
Ekrem İmamoğlu’nun Tutuklanması ve Türkiye’deki Son Siyasi Gelişmeler Üzerine Bir Analiz
Asrazadi.Online / Dr. Seyed Vahid Peyman
Ekrem İmamoğlu’nun ani tutuklanması sadece Türkiye’de bir siyasi olay değil, aynı zamanda Avrupa ve Orta Doğu’ya yayılan bir depremdi. Muhalefetin iddiasına göre, doğrudan Erdoğan’ın kontrolünde olan yargı ve güvenlik güçlerinin bu hamlesi, İmamoğlu’nun Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday gösterileceği bir dönemde gerçekleştirildi. Bu olay bir yargı süreci olmaktan çok, Türkiye’de demokrasiyi hedef alan tam anlamıyla bir siyasi darbe olarak nitelendirilebilir.
Siyasi darbe iddiası, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından kullanılan bir ifade olup, Erdoğan’ın ciddi bir rakip karşısında yenilgiye uğramaktan korktuğunu ve bu nedenle muhaliflerini baskı altına almak için daha önce görülmemiş bir yöntem izlediğini göstermektedir. İmamoğlu’nun destekçilerine göre Erdoğan, her zamanki gibi bu otoriter hamlenin yanıtsız kalacağını düşündü, ancak büyük bir hata yaptı. İstanbul sokakları ayaklandı, Ankara, İzmir ve Türkiye’nin diğer büyük şehirlerinde öğrenciler ve protestocular sokaklara döküldü. Protestoların merkezi olan Saraçhane’de (İstanbul Büyükşehir Belediyesi binası) yankılanan sloganlar şu şekildeydi: “Demokrasiyi geri alacağız!”
Peki, Türkiye nasıl bu noktaya geldi? Bir zamanlar Orta Doğu’da demokrasi umudu olarak görülen ülke, nasıl otoriterleşme ve muhaliflere baskı sürecine sürüklendi? Bu süreci daha iyi anlamak için geçmişe dönmek gerekiyor…
BİRİNCİ PERDE: BÜLENT ECEVİT’TEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A; BÜYÜK DEĞİŞİMİN BAŞLANGICI
Ocak 1999’da Türkiye büyük bir ekonomik krizle karşı karşıyaydı. Tecrübeli siyasetçi Bülent Ecevit’in liderliğindeki koalisyon hükümeti, bu krizi yönetmek için iktidara geldi ve Uluslararası Para Fonu (IMF) ekonomisti Kemal Derviş’in programlarını uygulayarak ülkeyi krizden çıkarmaya çalıştı. Ancak Ecevit’in rakiplerinin ısrarıyla erken seçimler yapıldı ve bu durum onun hükümetinin düşmesine yol açtı. Bu seçimler, Türkiye’nin kaderini tamamen değiştirecek bir partiyi iktidara taşıdı: Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP).
Kasım 2002’de AKP, oyların yalnızca %34,3’ünü almasına rağmen (Türkiye tarihindeki en düşük oranla tek başına iktidara gelen parti), 363 milletvekiliyle Meclis’te çoğunluğu elde etti ve tek başına hükümeti kurdu. Siyasi mahkumiyeti nedeniyle başlangıçta Meclis’e giremeyen Erdoğan, Abdullah Gül’ü başbakan olarak atadı. Ancak siyasi yasağının kalkmasının hemen ardından yönetimi doğrudan devraldı ve Türkiye’nin siyasetini ve toplumsal yapısını dönüştürme planını başlattı.
İKİNCİ PERDE: ADALET VE KALKINMA PARTİSİ’NİN YÜKSELİŞİ; REFORMCU MU OTORİTER Mİ?
2001 yılında Refah Partisi’nden (Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki İslamcı parti) ayrılan genç politikacılar, Anadolu Kaplanları olarak bilinen sanayicilerin finansal desteğiyle Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu. Başlangıçta herkese açık bir parti olduklarını ve Türkiye’yi ekonomik olarak büyütmeyi hedeflediklerini ilan ettiler.
İlk ekonomik politikaları tamamen Kemal Derviş’in reformlarına dayanıyordu ve 2000’li yıllarda Türkiye’nin ekonomik büyümesini hızlandırdı. Bu başarı, AKP’ye geniş çapta halk desteği sağladı. Ancak muhalefetteki Kemalistler, bu reformların ardında tehlikeli bir plan olduğunu ve laik devlet yapısının değiştirilmek istendiğini iddia ediyordu.
ÜÇÜNCÜ PERDE: DİKTATÖRLÜĞE DOĞRU YAVAŞ YÜRÜYÜŞ; DEMOKRASİDEN OTOKRASİYE
Erdoğan iktidarının ilk yıllarında, “Halkın yaşam tarzında hiçbir değişiklik olmayacak” diyordu. Ancak zamanla sivil özgürlükler kısıtlandı, medya kontrol altına alındı ve demokratik kurumlar zayıflatıldı. Erdoğan, iktidarını pekiştirmek için iki temel aracı kullandı:
1. Güvenlik ve yargı kurumlarına nüfuz etme
2. Muhalifleri bastırma ve ortadan kaldırma
Ergenekon ve Balyoz davalarıyla yüzlerce laik ordu mensubu tutuklandı, yerlerine İslamcı generaller getirildi ve Türk Silahlı Kuvvetleri, son laik kale olarak görülen yapısından arındırıldı.
DÖRDÜNCÜ PERDE: ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE MUTLAK GÜCÜN TESİSİ
2017’deki referandum, Türkiye’nin siyasi tarihinde bir dönüm noktasıydı. Parlamenter sistem, başkanlık sistemiyle değiştirildi ve Erdoğan benzeri görülmemiş bir yetkiye sahip oldu. Parlamento ise sembolik bir yapıya dönüştü.
Ancak bu yetkiler Erdoğan’a yetmedi. Anayasa’ya göre sadece iki dönem cumhurbaşkanı olabilen Erdoğan, 2023 seçimleri için erken seçim kararı alarak üçüncü dönemine giden yolu açtı. Böylece Türkiye, bir kişi tarafından yönetilen bir rejime dönüştü.
BEŞİNCİ PERDE: ERDOĞAN’IN KABUSU EKREM İMAMOĞLU
2019 yerel seçimlerinde İstanbul’un kaybedilmesi, AKP için aşağılayıcı bir yenilgiydi. Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ın adayını yenerek İstanbul’u AKP’den aldı. 2024 seçimlerinde ise CHP, İstanbul’un yanı sıra Türkiye’nin birçok büyük şehrini kazandı. Bu sonuçlar, Erdoğan için tehlike çanlarının çaldığını gösteriyordu.
Muhalefet, Erdoğan’ın yargı, polis ve medyayı tamamen kontrol altına aldığını iddia ediyor. CHP liderleri, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığına aday olmasını engellemek için ona karşı yolsuzluk ve PKK ile işbirliği gibi sahte suçlamalarla dava açıldığını belirtiyor.
Sonuç: Bu, Erdoğan’ın sonunun başlangıcı mı?
Her türlü toplanma yasağına ve medya kısıtlamalarına rağmen milyonlarca Türk vatandaşı sokaklara döküldü. Öğrenciler, siyasi aktivistler, muhalefet partileri, Avrupa Birliği ve hatta Erdoğan’ın eski dostları ve parti arkadaşları bile bu adımını kınadı. Her gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi binasının önünde on binlerce kişi toplanarak “Demokrasi yaşıyor!” diye haykırıyor.
Öte yandan, İmamoğlu’nun sorgusuna dair gelen haberler, onun yüksek bir moralle ifadelere yanıt verdiğini ve suçsuz olduğunu belirterek, bu kirli oyuna boyun eğmeyeceğini gösteriyor. Ayrıca, İmamoğlu aleyhinde geçerli bir delil bulunmadığı anlaşılıyor. Erdoğan’a yakın medya organları, “kilit isim” olarak Serdar Haydanlı’yı öne sürüp, onun İmamoğlu’nun mali yolsuzluk dosyasında kilit rol oynadığını iddia etti. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi lideri Özgür Özel’e göre, söz konusu kişi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin destekçilerinden biri olup, yakalandıktan sonra sorgulanmadan serbest bırakılmıştır.
Kendi elleriyle protesto ateşini körükleyen Erdoğan, bu kez krizden kolayca çıkamayabilir. İmamoğlu’nun destekçileri “Tayyip istifa!” sloganları atarken, hukuk sisteminde adaletin korunmasını isteyenler Erdoğan’a bu konuda uyarılar yapıyor.
Erdoğan, muhaliflerin sesini ve iyi niyetli uyarıları duyacak mı? Yoksa inatla yoluna devam ederek, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çeyrek asırlık iktidarının çöküş sürecini mi başlatacak?
Bu soruların yanıtı çok da uzak olmayan bir gelecekte netleşecek.